Archive for Mart 2015

30 Mart 2015 Pazartesi





Ben Ore Monogatari'yi çeviriyordum ya.

Perşembe akşamı Manga-tr chatbox'unda muhabbet ederken biri Çinli bir abinin çizdiği komedi webtoonu 19 Days'i önerdi, sonra aynı çizerin manhuası (Çin mangası işte) Mosspaca'yı. Oturdum okudum, ikisi de süperdi.

Mosspaca'yı çizen iki kişi vardı, diğer Çinli kimmiş bakayım dedim. Tamen De Gushi'yi buldum.

Ve devamında, Cuma günü boyunca içseslerim karşılıklı muhabbete doymadı:

- Bu var ya, kolay çevrilir. 
- Bakayım, Türkçe çeviren de yok. İyiymiş.
- Hmm. 19 Days kadar belaltı da değil. İyi ya.
- Oremon çeviriyodum yarım kaldı ama.
- Vicdansızlar OreMon'a 105 sayfa chapter yapmış, ben bıkmayayım da kimler bıksın yahu.
- Hem bu webtoonlarda clone stamp şeysi de olmuyo, boyayıveriyosun geçiyo.
- E yani.
- Baksam mı bi.
- E fotoşopta da açtım baktım fena değil. (Nasıl fena olabilirse...)
- İyi ya temizleyiverdim hemen.
- Çay molasına çıkmıyım, iki dakkada çevirisini yapıyım.
- Hmm sayfaları silerken üstüne çevirileri de yapıştırıveriyim ya. 
- Clone yok nasılsa. I hate clone. Hırr
- Oluyo sanki.
- 13 sayfa bişi be, diğerleri art zaten.
- Hmm ehehe şuraya şöyle diyim komik oldu ehehehe
- Ne gülüyon la kendi kendine. 
- Evde de yalnızım zaten tövbest tövbest

Gözümü açtığımda böylece yarım günde Tamen De Gushi'nin ilk bölümü bitmişti canlar. Gece vakti Batoto'ya yükliyiverdim, Manga-tr zaten açıktı oraya da atıverdim. Chatte "modlar onaylasanızaaööö" yaptım, ordan geçen CloudT sağolsun bastı onayı.

Eee. Ore Monogatari çevirirken başka şey çevirerek oyalanmış oldum, aferin bana. Oyalanmanın yeni yeni çeşitlerini geliştiriyorum her gün.

Dün akşam da aynı şey oldu.

- Ya sonraki bölüm tek strip zaten.
- Belki bekleyen vardır yazık yaa. (Bak bak nasıl başkasına yıkıyorum.)
- Ya ben şey. Yapıyım beh.

Dedim ve bir sonrakini de dün akşam yaptım. Aferin bana. OReMon kenarda ezik büzük bakıyor bana hala.

...

Bu kadar geyik yaptım, kendisinden bahsedeyim.

Bu Tamen De Gushi, komedi ağırlıklı Shoujo Ai türünde, Çinli dostumuz Tan Jiu'nun yazıp çizdiği bir webtoon. Hikayemizin Türkçe adı "Kızlar Masalı" oldu. Evet, Shoujo Ai dememden anlayacağınız üzere iki genç kızın aşkı hakkında bir hikaye.

Karakterler San Jing ve Qiu Tong yanyana liselerde okuyan iki genç kız. Okul çıkışı durakta beklerken rastlaşıyorlar genelde. San Jing iri yapılı ve hareketleri bir kıza göre kaba olan ancak okulunda feci popüler bir kız, market girişinde karşılaştığı Qiu Tong'a fena tutuluyor. Öyle ki yanına gidip tek kelime edemiyor, deyim yerindeyse kal geliyor. Qi Fang isimli third wheel yani üçüncü teker abimiz de epey sempatik.

Anlatım konusunda iyi değilim, sıkıcı anlattım gibi geldi.
Siz okuyun siz karar verin. :)

Batoto'dan online okumak için aşağıdan tıkınız. 
İlk Bölüm (1-13)    İkinci Bölüm (14)


Manga-tr'den online okumak için de şu aşağıdan tıkınız. (Yerli malını destekleyelim buradan okuyalım. Hatta arada chatbox'a da gelin muhabbet ederiz.)

İlk Bölüm (1-13)    İkinci Bölüm (14)


Çevirisini referans olarak kullandığım Yaoi-Blcd grubu, çizerin weibo isimli twitter benzeri blog sitesinde her ayrı ayrı yayınladığı resmi tek bölüm olarak kabul etmiş ve o yüzden bu ilk hikayeyi 1-13 bölüm olarak yayınlamıştı. Ben de aynı şekilde devam ettirdim. Bu ilk bölüm (1-13) olayı burdan geliyor

Shoujo Ai tarzına mesafeliyseniz dahi sırf komedisi için bu seriyi şidddetle tavsiye ediyorum, ki benim başlama sebebim de buydu. Umarım birileri Old Xian'ın 9gaglere bile konu olmuş 19 Days isimli şaheserini de Türkçe'ye kazandırır. (Heterophobia'ya istek yollayan okuyucular olduğunu haber aldım.) Belki devamında da bu iki çizerin ortak çalışması olan ve kendi hayatlarını yine komedi ağırlıklı anlattıkları Mosspaca'yı ortak bir proje yaparız. Bu Çinli abiler çok komikmiş yahu. Bilmem kaç bin yıl önce niye savaşmışız ki biz bu adamlarla? :P

( Edit: Bu yazıyı yazdıktan sonra Hp'nin sitesine bir baktım, meğer çevirmişler bile! Hem de 94 bölümü birden. Tık. )


Bunların dışında, seriyi okumak için indirmek isteyen olur mu bilmiyorum, yine de link koyacağım. 

Yalnız bu webtoon sayfaları ince uzun olduğu için normal resim görüntüleyicileriyle okuması zor oluyor. Size tavsiyem, gerek webtoon gerek diğer tüm mangalarınız için Cdisplayex isimli programı kullanmanız. İndirdiğiniz zip veya rar dosyasını klasöre açmadan direkt programın içine attığınız vakit rahat rahat okuyabiliyorsunuz. Webtoonları da kendiliğinden genişleterek görüntülüyor. Ücretsiz indirmek için şuraya tıkınız.

Tamen De Gushi indirip okumak için linkler: İlk Bölüm (1-13) İkinci Bölüm (14)

Evvelden kullandığım Mediafire'ı hangi gerekçeyle ülkeye engellediler bilmiyorum, engelleyenler inandıkları neyse ondan bulsunlar. Artık depolamak için mega.co.nz kullanacağım. İlk kez kullanıyorum, sorun olursa yazın lütfen.

Görüşmek üzere. 
26 Mart 2015 Perşembe
2 aydır ben.

Selam.
Kafamda 2 aydır, pc'de üç gündür "Ore Monogatari!"'yle uğraşıyorum da. Haber vermek istedim. Haftasonuna yetiştirmek için gaz veriyorum kendime.
Sanki diğerleri bitmiş gibi yine açgözlülük yaptım.

Nisan ayında animesi başlayacak bu güzelliği toplumuza kazandırmak istiyorum. Küçük beylere "Erkek olacaksanız işte böyle olun!" diyebilmek için.

Görüşmek üzere.
23 Mart 2015 Pazartesi
Selam. 

Önceki yazımda denk gelip okuduysanız bundan sonra burayı manga blogundan çıkaracağımı söylemiştim. Paylaşmak istediğim başka güzel bir şey var.


Güzel diyorum ancak benim bununla tanışmam kötü bir günde oldu. Anlatayım.


Özgecan Aslan'ın vefat haberinin ülke çapında duyulduğu haftasonuydu veya ertesi pazartesiydi sanırım. 2011'den beri severek takip ettiğim sevgili Sergül Kato'nun Yolun Neresindeyim isimli blogundaki şu posta denk geldim. Hatta şimdi baktım yorum bile bırakmışım :) Kendisinin ünü malum, tanıtma gereği duymuyorum. Keza kırtasiye sevgisini de öyle.


Yalnız bu sefer okurken, posttaki renklere çok ihtiyaç duyduğumu hissetmiştim. Çok karanlık bir gündü. Sağa sola öne arkaya baktığım her yerde Özgecan'ın haberleri, başına gelenler... Kadınlar bu olaydan şüphesiz çok daha fazla etkilendi. Bıçak sahiden kemiğe dayanmıştı. Gelecek diye bir şey bırakmayacaklardı bu gidişle, karanlık soyut bir tanımdan çok daha ötesi olmuştu ve capcanlı gözümüzün önündeydi. Bu cinayet bile işlenmişti artık bu ülkede. Böyle bir cinayet...


Bütün haftasonu ve pazartesi günü kafam odun gibiydi, uyuşuk. Toplumsal olaylarda çok tepki göstermeyen bir çoğumuz dahi öyleydi o gün. Belki de canına kıyılmış masumiyet bir lanet olup hepimizin üstüne çökmüştü o gün. Çoğumuz göğe baktı bir şey ararcasına. Helak olacak mıyız diye sordu görmediği yaradanına. Kimimiz de düşündü, acaba helak olan toplumlar da böyle helak olmak istemişler miydi diye... Bacağımızın arasındakiydi bütün problem, sorun olarak görünen. Yok edilmek istenen. Geri kalanımız gerçekten de, gerçekten de mühim değildi. Yüzümüze tokat inmişti. İnci sözlükte aptal taklidi yapan ergenlerin sinkaflı şakalarından değildi bu seferki, ciddiydi. Gerçekti. Ve bu sefer, gerçekten hiç bir özrü yoktu.


Bir boyama kitabından nereye geldim. 
Sahiden o gün, öğle arasında o soğukta kırtasiyeye gittim. Boyalar aldım. Sonra sordum, boyama kitabı var mı diye. Esrarengiz Bahçeler diye karışık kuruş bir sürü desenin olduğu pahalı bir kitabı verdi satıcı, büyükler için bu var diye. Sergül Hanım'ın o postta koyduğu tarzda mandala desenler yoktu içinde aslında, ama başka kitap da yoktu. Aldım geldim. Akşamı zor ettim. Eve gittim. Televizyonu açtım. Haberleri dinledim. Erkek sesi duymaya tahammülüm yoktu, kadın spikerlerden birini açtım. Sonra boyama kitabını çıkardım poşetinden. Kalemleri de.

Boyadım.
Sırf sayfalar gri kalmasın diye boyadım. 
Ne renk boyadığıma dikkat etmeden boyadım boyadım boyadım.
Ayrıntılar çok önemliymiş gibi boyadım.
Başka işim yokmuş gibi boyadım.
Sanki o haftasonu hiç bir şey olmamış, yıl 1990'mış, ben 5 yaşındaymışım, ölümü hiç yaşamamışım gibi boyadım.




Düşünemiyormuş gibi boyadım. Hiç bir şey düşünmedim.
Fonda televizyondan gelen kahırlı sesler eşliğinde, duymuyormuş gibi, yokmuş gibi boyadım.
Boyarken o haberde duyduklarımı ve o gün hissettiklerimi ruhuma kazıyarak boyadım.
Çok ama çok ağır boyadım. Kazıdım.

Bu sefer unutmayacaktım. Unutturmayacaktım.
Unutturmayacaktık.

O gün o minibüse binmese belki o da gidip boyama kitabı alacaktı. Belki o da aynı bloggerı takip ediyordu, boyalarını görüp ne güzel keşke bende de olsa, bir ara gidip alayım diye düşünmüştü.


Ama alamayacaktı. Ama boyayamayacaktı. Nefes dahi alamayacaktı.
Onun yerine de boyar gibi yaptım. Orda durdum, bıraktım. Devamı gelmedi.

Şimdi de devam edemiyorum. "Oyalanıp" bıraktığım onlarca şey gibi bunlar da yarım kaldı.

Yarım kalmışlar ne kadar çoğalırsa çoğalsın, sen ve diğer şehit kadınlar, artık unutulmayacaksınız Özgecan kardeşim. Diğer kardeşlerim, affedin bizi. Şimdiye kadar geçer biter sanıp beklediğimiz için. İsminizi mahşerde katillerinizin yüzüne haykırıp sizinle beraber davacı olacağız onlardan, hepimize yapılanlara sebep ve cesaret verdikleri için. Sizi bizden aldıkları için. 


Sizi bizden aldıkları için... http://www.anitsayac.com/

Artık susmak yok.



Ek: Sonraki haftalarda Sergül Kato'nun tesadüfen aynı boyama kitabına sahip olduğunu gördüm. Kendisi çok daha başarılı çalışmış, şurdan görebilirsiniz.
20 Mart 2015 Cuma
Selam. Yine eli boş geldim. Bundan sonra böyle.


Blog dediğimiz şeyin açılma amacı aslında kişinin kendini ifade etme ihtiyacının bir kısmını gidermek. Hatta şu sağda daha önceden açıkladığım üzere, ben de “oyalanmalarımı” listelemek ve günlüklemek için açmıştım burayı. Senelerce okuduğum blog yazarlarının kimileri dolu dolu içeriklerle bloglarını dolduruyordu, kimisinin bir amacı vardı, kimisi de öylesine canı yazmak istediği için yazıyordu. Şu sonunculara pek özenirdim. Yoksa manga çevirmekmiş falan hikaye benim için. Blogla tamamen ayrı bir olaydı. Nasıl yaptıysam bloğu sadece manga çeviri bloğuna ilk posttan beri dönüştürüvermişim.

Oysa amacım farklıydı. Bugün iş çıkışı eve giderken, yolda sağa sola avare bakınırken aklıma geldi. Ya ben niye yazmıyorum ya… Sanki boğazıma basan var illa manga koyacaksın diye. Hatta ben değil miydim kimseyi merakta bırakmayayım diye özellikle popüler olmayan sakin seriler seçen? Ee derdim neydi?

Sıkıcı mıydım acaba… E o da umrumda değil. El attığım iki manga bir anime, üçü de dışardan bakınca gayet sıkıcılar. Bu da değil derdim demek ki.

Son zamanlarda iş konusunda oldukça sıkkınım. Belki bundan. Çok şükür, öyle acaip şeyler yaşamıyorum da tuhaf bir yoğunluğumuz var. Normalde birisinin yanında çırak olduğum son 2 senedir bulunduğum birimde, diğer arkadaşın terfi almasıyla resmen tek adam kaldım. Daha kanadı çıkmamış ufak kuşu atıverdiler yuvadan… Neyse ki aynı iş yerinin farklı birimlerinde deneyimliydim. Bir şekilde kotarıyorum işin özeti. De… Bizde yatışçı bir kesim var, bildiğin karpuz gibi yatan. Yandan kahkahalar ve futbol yorumları yükselip alçalırken artık öyle kızar oldum ki, önümde ne varsa kaldırıp atasım geliyor. Aha şu meşhur resimdeki gibi.
Ah bir yapabilsem. Ahhhh ahhhhhh…

Ne diyordum. Blog. Sanırım canım mecbur olmadığım hiçbir şeyi yapmak istemediğinden biraz uzak durdum.

Bir diğer sebep de aslında internet insanlarından korkmam. İnternetteki insanlar arasında en zararsız ve canıma yakın bulduklarım ise yaş ortalamaları benim yaşımdan takribi 10 yaş küçük animeci takımı. Kendimi bildim bileli böyle düşünmüşümdür. 6-7 sene oldu anime izleyip ufak ufak forumlarında falan takılmaya başlayalı. Hayatla barışık, yeni şeyler öğrenmeye açık, genç olsun veya benim gibi orta yaşa yakın olsun hem belli bir saygı çerçevesinde ve hiç bitmeyen sevimli heyecanla kendini ifade eden insanlar oldu benim için animeciler. Japonca kursunda karşılaştığım bütün insanların da böyle olması tesadüf değildi. O kadar değişik insanın bir araya gelip de hiç huzursuzluk çıkmaması her ortama nasip olan bir güzellik değil inanın.

Yine koptum. İnternet insanından korkuyorum ama animecileri seviyorum, onların bende ayrı yeri var. Animeciden zarar gelmez derim hep. Gerçi bu konuda çok yanıldığımı söyleyenler de olmadı değil, bilmiyorum ben rastlamadım. Çeviri gruplarında daha çok milletin birbirine girme durumları olduğunu anlatan olmuştu, biraz da ondan tek tabanca kıyı kıyı geziniyorum buralarda.

Yine koptum 2. Demek istediğim şu. Blog açıp saçmalamak istiyordum ancak canı sıkılan birilerinin gelip zevk için canımı sıkmasını istemiyordum. Bu yüzden beraber takılmak istediğim animeci takımına beni yanaştıracak olan hobilerimden manga çevirisiyle başladım buraya. Üstte dediğim gibi amacım başkaydı oysa. 

Değişik ortamlarda bu “canı sıkıldığı için can sıkmaya can atan” kişilere hepimiz denk geliyoruz. Korkuyorum bunlardan evet ama korkup ağlamıyorum. Ben bunlara denk geldiğim vakit tabiri yerindeyse bayramlık ağzımı açıyorum ve kendimi durduramıyorum. Kendimi sırf kendim olduğum için savunma duygusundan nefret ediyorum bu tür durumlarda. Ve o insanın da en az benim kadar sinirlenmesi için çirkinleştikçe çirkinleşiyorum. Bu çirkinleşme öyle küfür hakaret gibi değil, alay ederek oluyor ama bazen kendi yazdıklarıma bakıp “amma acımasız yazmışım” dediğim oluyor. Korkum aslında kendimden anlayacağınız.

Oysa herkes herkesi olduğu gibi kabul edip, sizin özgürlüğünüze ve değerlerinize ters ve kasıtlı bir hareket yapmadıkça sataşmasa bunların hiç biri yaşanmayacak. Mutlu mesut yaşayacağız. Ama olmuyor, en olmadık yerde bile damar basıcıları olabiliyor.

Senelerdir takip ettiğim bloglardan da bu dediğim durumlara maruz kalanlar var. Yalnız şöyle bir durum var, onlar karşıdan gelen bu çirkin atakları ustaca savuştururken ben bu terbiyesizleri affedemiyorum bana ne oluyorsa. Oysa bloggerları tanımıyorum ve özel bir gönül bağım da yok. Sadece yapılanı kaldıramıyorum. Onlara yapılan sanki tüm insanlığa yapılmış gibi, ucu bana dokunuyor. Kafamda büyütüyorum. Yahu diyorum, ne gerek var bu insanların karşılarındakine zarar vermelerine? Beğenmiyorsan bile edebinle yorumunu bırakıp geçmektense karşındakinin bulduğunu sandığın zayıf noktasından vurmaktaki amacın ne? Nedir seni bu kadar çirkef yapan? Ne? Ne? Neee?

Gerçek hayatta oldukça gamsız sayılabilecek bir mizacım var oysa. Amaaan kader, nasip der geçerim birçok şeye. Mecbursun da zaten… Ancak interneti ve bu yazılı ortamları dinlencelik ufak kaçışlar olarak görüyorum. Bari bu kaçışlarımızda insanlar birbirlerini rahat bıraksa ya. Bu olayın biraz da bizim kendi değerlerimizle ilgili olduğunu düşünüyorum. Yabancı sitelerde saatlerce tartışılan çeşit çeşit konular görüyorum, öyle özeniyorum ki. Misal Reddit. Trollüğün kralı da dönüyor orda, ancak başlıklar altında her konu her fikirdeki insan tarafından tartışılıp fikir paylaşımı yapılıyor. Al şimdi bunu Ekşisözlük’ün karşısına koy. Aynı fikirdeki adamın bile sırf üstünlük ispatı için diğerine laf sokmaya çalıştığı, farklı fikirdekini elindeki tüm donelerle yerin dibine sokmaya çalıştığı ve bu çabadan sıyırılarak tek adım atamadığı bir mecra. Amaç tartışmak değil orda. O adamın o siteye girme amacı karşısındakini aşağılamak. Diğer sözlüklere değinmeye bile gerek duymuyorum. Ülke olarak insanımızda ve insanlığımızda çok ciddi sorunlarımız var ve gün geçtikçe birbirimizi daha da kötü ediyoruz. Nereye kadar sürecek bu, bilmiyorum. Ama bir yerde patlama noktası olacağı kesin.

En başa dönersem, korktuğum şeyler var. Vardı. Ancak bunun sonu yok. Oturup düşününce, bunun için kendimi sınırlamayı gereksiz buldum. Dilediğim her şeyi buraya koyup, aynı kendim gibi karman çorman olarak büyümesini izlemek istediğime karar verdim. 

Çoğu zaman birbiriyle alakasız şeyler olabilir, olacak da. 

Kimine göre çelişkili olabilir, olacak da.

Başta da bu, benden başka kimseye pek de bir şey ifade edeceğine inanmadığım yazıyı ekleyerek başlıyorum. Görüşmek üzere.

Oyalanan ne yav?

Bendeniz efendim. Dikkat dağınıklığı göbek adım, oyalanmak hayatımın bir parçası. İşte bu oyalanmalarım neticesinde başlayıp yarım bıraktıklarımın güncesini tutmak istedim.
Hoş geldiniz :)

ps: Yukardaki abla Honey&Clover'dan Hagu olur, çok severim zatını.

(bunu yazarken bile canım sıkıldı gideyim bir çay alayım)

Ne idüğüm burada belli.

Fotoğrafım
Hayat tarzım blögümün adı Çok severim anime mangayı

Feysbuk sayfamız

İzleyiciler

Blogger tarafından desteklenmektedir.

Copyright © her türlü oyalanan - Black Rock Shooter - Powered by Blogger - Designed by Johanes Djogan